ONİKİ ADA'DA ZULÜM

Bu yazıyı okurken, Ege’nin güneyinde hayata tutunmaya çalışan bir avuç Türk insanının mücadelesini ve Osmanlı mirası vakıfların nasıl yağmalandığını göreceksiniz.

 
 
 
Rodos ve İstanköy adalarında yaşamaya, dilini, dinini, kültürünü korumaya çalışan Türklerin, en önemli varlığı olan Osmanlı vakıflarının nasıl ortadan kaldırılmak istendiğine tanık olacaksınız.

Osmanlı’nın yüzyıllar boyunca büyük bir adaletle yönettiği Oniki Ada’da Türkler bugün kelimenin tam anlamıyla bir trajedi yaşıyor. Avrupa Birliği üyesi bir ülkenin eşit birer vatandaşları olan Türkler ne yazık ki, bu “medeniyet projesinin” nimetlerini sadece gazete sayfalarında okuyabiliyorlar. Yunanistan’a göre onlar sadece “Müslüman Yunan vatandaşı”. Bu insanların Türkçe konuştuklarını duymayan Yunan Hükümeti, Batı Trakya’da da uyguladığı politika gereği, Oniki Ada Türkleri’nden etnik kimliği esirgemiş, Türk kimliğini yok saymış. Oniki Ada Türkleri, ne kendi dilinde eğitim görebiliyor, ne dinini öğrenebiliyor ne de kültürel kimliğini koruyabiliyor. Ege’nin güneyindeki bir avuç Türk gibi, Osmanlı’nın bu adalarda kurduğu vakıflar da mum gibi eriyor. Vakıf malı olan hanlar, hamamlar, camiler, dükkanlar, araziler, akla hayale gelmeyecek oyunlarla el değiştiriyor. Türkler ise adeta korku çemberinde. Ağızlar kilitli, gözler kapalı...

Değeri belki de milyarlarca Euro ile ölçülebilecek vakıf malları hibe yoluyla elden çıkarılmış. Yunan Hükümeti’nin atamasıyla gelen vakıf yöneticileri uzun yıllar oturdukları koltuklarında peşkeş çektikleri Osmanlı mirası ile zenginleşirken, tarihi camiler, hanlar, hamamlar, okullar bir bir kapanmış, kaderine terk edilmiş. Elde kalan dükkanlar ise komik denecek miktarlarla uzun vadeli olarak kiraya verilmiş. Tabii yeterince hava parası karşılığında...

Bu yazı dizisi için önce Rodos’a ardından da İstanköy’e gittik, araştırma yaptık. Onlarca kişiyle konuştuk, birçok belgeye ulaştık. Ancak, Yunanistan Hükümeti ile bir sorun yaşamamaları için konuşan kişilerin isimleri bizde saklı kalacak. Sadece verdikleri bilgileri aktarmakla yetineceğiz.

Bu arada, Rodos ve İstanköy’de geçirdiğimiz günler boyunca güvenliğimizi sağlamak için bizimle çok yakından ilgilenen! Yunan Hükümeti yetkililerine de teşekkür etmeyi bir borç biliyoruz. 

Kadere terk edilen Türkler

Rodos ve İstanköy’de yok edilmeye çalışılan Türk varlığını ve yağmalanan Osmanlı mirası vakıfları mercek altına almadan önce Oniki Ada’nın tarihçesine kısaca göz atmakta yarar var.

Rodos’taki varlığı 1483 yılına kadar uzanan Türkler, bugün deyim yerindeyse var olma savaşı veriyor. Bu adalardaki Türk vakıflarının tarihi de 1522 yılına kadar uzanıyor.

Onikiada, aslında gerçek sayısı 13 (küçük adacıklarla birlikte daha da fazla) olmakla birlikte, en büyüklerinin sayısı 12 olduğu için bu adla anılır olmuş. Bu adaların bir kısmı 16. yüzyılın başlarında Kanuni Sultan Süleyman, bir kısmı Barbaros Hayrettin Paşa tarafından Osmanlı topraklarına katılmış. Fatih Sultan Mehmet’in Rodos’u fethetmek için 1483 yılında düzenlediği ancak başarılı olamadığı sefer sırasında adaya bazı Türklerin yerleştiği ve burada kaldığı rivayet ediliyor.

Belgrat’ın fethinden sonra en fazla şehit verilerek alınan Rodos, Hıristiyanların kutsal Noel günü 24 Aralık 1522’de alınmış. Tarihi kayıtlarda Rodos’un fethi sırasında 60 bine yakın şehit verildiği bilgisi var. Fatih Sultan Mehmet, 1483’te Rodos’a ilk seferi yapmış. Ancak adanın doğusunda dik kayalıkların bulunduğu bölgeden yaptığı çıkarma başarılı olamamış. Kanuni ise Fatih’in hatasına düşmemiş ve askerini daha düz olan adanın batısındaki Yılanlıova’dan Rodos’a sokmuş.

Rivayet o ki, Rodos Şövalyeleri’nin Noel ayini yaptığı sırada, adadaki baskıdan bıkmış olan ve şövalyelerin Kudüs’ten esir olarak getirdiği Yahudiler kalenin küçük kapılarından birini Türk askerine açar. Ani bir baskınla Rodos Şövalyelerinin Fransız asıllı komutanı esir alınır. Ancak, diğer milletlere mensup şövalyeler teslim olmaya yanaşmaz. Kanlı çarpışmaların ardından, Rodos kalesi Türklerin eline geçer. Bu dönemden sonra yaklaşık 400 yıl süren Osmanlı hâkimiyeti başlamış olur. Onikiada Türklerinin kökeni, Osmanlı döneminde Rumeli ve Anadolu’dan getirdiği Türkmenlere dayanır. Girit’in Osmanlı’nın elinden çıkmasından sonra, Onikiada’nın Rum halkı da Osmanlı’ya karşı ayaklanır ancak başarılı olamaz.

Trablusgarp savaşından sonra Osmanlı-İtalyan arasında yapılan Uşi Anlaşması’yla Onikiada’da İtalyan hâkimiyeti başlar. Onikiada’nın statüsü, 1923’teki Lozan Antlaşması’nca da onaylanır. Adalar 1942’de Almanların savaşın sonunda da İngilizlerin eline geçer.

ONİKİADA TÜRKLERİ LOZAN’IN DIŞINDA

Onikiada 1947’de Paris Antlaşması ile Yunanistan’a bırakılır. Gerekçe Rum nüfusun çoğunluğu teşkil etmesidir. 1923’te Lozan Antlaşması imzalandığında Onikiada İtalya’ya ait olduğu için, bu adalarda yaşayan Türkler Lozan Antlaşması’ndaki azınlık haklarından yararlanamaz.

1925’te İtalya Onikiada Türklerini “vatandaş” yapar. Ancak Osmanlı’nın kurduğu idari sistem içinde kalırlar ve “Onikiada vatandaşı” statülerini korurlar. İtalyan yönetimi, Osmanlı’daki millet sistemini küçük değişikliklerle sürdürmeye devam eder. Onikiadalılar askere gitmezler, kendi okulları ve kendi mahkemelerini varlığını ve işlevini sürdürür. Türk cemaati, 1926’dan itibaren Selam adlı Osmanlıca bir gazete de yayınlamaya başlar. O dönemde Türk cemaati bugünden çok daha fazla aktiftir.

Bundan sonrası ise İtalyanların daha çok Rumlar üzerinde oluşturduğu baskı dönemidir. Rum nüfus hızla azalmaya başlar. İtalyan yönetiminin başladığı 1912’de 148 bin 832 olan Rum nüfus İkinci Dünya Savaşı’nın başlamasından hemen önce 60 binin altına iner. Faşizm rüzgarlarının hızla estiği sırada İtalya kendi idaresini meşrulaştırmak için göç politikasını uygulamaya koyar. Onikiada’da İtalyan göçmenler için 250 köy inşasına başlanır. Okullarda İtalyanca zorunlu ders olur, köy ve kasabaların isimleri İtalyancalaştırılır, Ortodoks Rumların Katolikleştirilmesi siyaseti uygulamaya konur. Benzer baskı Türkler için de geçerlidir. Rodos’ta Türklere karşı sürdürülen baskı sonuç verir. Türkler Türkiye’ye göç etmeye başlar. Mallarını çok ucuza satarlar ve Türkiye’nin yolunu tutarlar. Türklerin sıkıntısı 1930’lu yıllarda daha da artar. Dahiliye Vekili Şükrü Kaya, ki kendisi de kökence Onikiadalı olup, İstanköylü’dür, Başvekalete yazdığı 20 Ağustos 1938 tarihli yazısında, Türklerin altı ay İzmir ve yöresinde çalışıp, kazandıkları parayla da diğer altı ayı memleketlerinde geçirmeleri yönündeki isteklerini bildirir.

İTALYAN BASKISI...

II. Dünya Savaşı ve Alman işgali Onikiada’daki sıkıntıyı ve sefaleti daha da arttırır. Bununla birlikte Türkiye’ye göç de hızlanır. Savaşın ardından Muğla sahillerine sığınmış Türklerin tamamına yakını geldikleri yerlere geri gönderilir.

İtalyan yönetimi döneminde Türkler çocuklarının eğitimi için Türkiye’yi tercih ederler. Bu da İtalyan yöneticilerin tepkisine sebep olur. Rodos Valisi Mario Lago, 1934’ün Ağustos ayında Türk cemaatinin önde gelenleri çağırır ve “Çocuklarınızı Türkiye’ye göndermeyin, İtalyan okullarına gönderin” der. İtalyan tebaası Türk gençlerinin bazı taşkın hislerle dolu olduğundan duyduğu rahatsızlığı dile getirir. İtalyan yöneticiler, Türk cemaati arasında Türk milliyetçiliğinin yaygınlaşmasından kaygı duymaya başlamıştır.

SAVAŞ SONRASINDA SIKINTILI YILLAR

İkinci Dünya Savaşı’nın sonrasında Türk cemaatinin en büyük sorunu eğitim olur. Oniki Ada’nın Türk cemaati, okullarını Türkiye’nin himayesi altına almasını ister. 24 Nisan 1946’da İstanköy Türk Cemaati Başkanı Nazım, TBMM Başkanı Abdülhalik Renda’ya mektup yazarak bilgi verir. Bu dönemde altı öğretmen, 164 kız, 176 erkek öğrenci ve okul dışında da 80 kız ve 30 erkek Türk çocuk eğitim görmektedir.

Rodos Türk Okulları Müdürü Ali Rıza İdrisoğlu ise, 18 Eylül 1946’da Rodos’taki Türkiye Başkonsolosluğu’na başvurup Türkiye’den ders kitabı talep eder. Talep edilen kitap listesinden Rodos’taki öğrenci sayısının 780 olduğu ortaya çıkmaktadır. Ne yazık ki olumlu cevap gelmez. Milli Eğitim Bakanlığı olumsuz cevaba gerekçe olarak da, okul kitaplarının döner sermayeli bir kurum tarafından basılmasını gösterir, “kitapların parasız olarak gönderilmesi mümkün değildir” denir.

  İSTANKÖY’ÜN SON TÜRK ÖĞRETMENİ REMZİYE KULENAKİ:

Dolma yerken bir baktım ki Yunan askeri çıkmış İstanköy’e

İstanköy’de, 1972 yılında kapatılan Türk okulunun son öğretmenini bulduk. Adı Remziye Kulenaki. Soyadı, Yunanca “Tavşancık” anlamına geliyor. 91 yaşında. Deyim yerindeyse İstanköy’ün canlı tarihi.

- Nasıl öğretmen oldunuz?

- Ben İtalyan okulunda okudum. O zaman İtalyanlar buradaydı. Bizi okula aldılar İtalyanca okuttular. Sonra da Türkçe de bildiğim için öğretmen oldum.

- İtalya buradayken size baskı var mıydı?

- Bize baskı yapmadılar. Hatta beni, Rodos’a kursa bile gönderdiler. Buraya gelip ders vermeye başladım Türk çocuklarına.

- Yunan askerinin İstanköy’e gelişini hatırlıyor musunuz?

- Hatırlamaz olur muyum. Ders arasında yemek yiyordum. Dolma yerken, bir baktım camdan mavi bayraklı Yunan askerleri geçiyor sokaktan. Mart ayının başıydı. O zaman anladım ki, İtalyan gitmiş, Yunan gelmiş.

- Peki Alman işgali sırasında ne yaptınız? Almanlar Türklere nasıl davranıyordu?

- Almanlar soğuk adamlar. Yunan da İtalyan da rahattır. Sert değildi. Ama Almanlar sertti. Yüzleri gülmezdi. Bir şey yapacak oldular mı, hemen yaparlardı. Buradaki Rumlara eziyet ettiler. Ama bize dokunmadılar.

- Savaş zamanı nasıldı buraları çok sıkıntı çektiniz mi?

- Biz savaş görmedik burada ama sıkıntı çok çektik. O zaman karşı kıyıya gidip gelirdi buradakiler. Yiyecek getirirlerdi. Çok zor yıllardı o yıllar.

- Öğrencileriniz ziyarete geliyor mu?

- Gelirler tabii. Çoğu öğrencim Türkiye’ye gitti. Buraya geldikleri zaman uğrarlar. İstanköy’deki bütün Türkleri ben okuttum. Onlara Türkçe öğrettim. Burada kim varsa benim öğrencimdi okul kapatılana kadar.

- Şimdi Yunanlılar ile aranız nasıl?

- Valla ilişmiyorlar bana. Ben yaşlandım. Eskiden de iyi komşularımız vardı Rumlardan. Siz iyi olunca herkes iyi olur. Her milletin içinde iyiler kötüler var. Türklerde de Rumlarda da...

Dışişleri Bakanı Hasan Saka’nın mektubu....

Dönemin Dışişleri Bakanı Hasan Saka 24 Haziran 1947’de, Başbakanlık’a rapor gönderip, Oniki Ada Türklerinin durumunu bütün açıklığı ile ortaya koyar. Günümüz Türkçesi ile raporun özeti şöyle:

“Faşizm idaresinin son devrinde Onikiada’daki cemaat okulları tamamen kapatılmış, İngiliz işgaliyle cemaatlere serbestî verilince, Rodos ve İstanköy’deki on Türk ilkokulu yeniden açılmıştır. Cemaat öğretmenleri arasında öğretmen okulunu ya da liseyi bitirmiş bir kişi bile yoktur. Zaten Onikiada’da İtalyan okullarında orta tahsilini bitirenler ancak beş altı kişiden ibarettir. Büyük çoğunluğu ilkokula bile devam etmemiş Türk kadınlarının milli duyguları hayli zayıflamıştır. Rum Metropoliti, İtalyanlarla evlenecek Rum kızlarını aforoz edeceğini ilan etmiş, buna mukabil, İtalyanlarla evlenen Türk kızı sayısı hiç de az olmamıştır... Türklerde hâkim kanaat, bundan sonra burada yaşama imkânı kalmayacağı bu yüzden buradan ayrılmak gerektiğidir. Tek kurtuluş çaresi olarak, Türkiye’ye göç görülmektedir. Eğer Onikiada Türklerinin yerlerinde kalması devletimizin siyaseti icabı, millî bir zaruret ise bu milletdaşlarımızdan korunmaları ve kalkınmaları için gerekli yardımları esirgememeliyiz.”

Hasan Saka alınması gereken önlemleri de şöyle sıralar:

“Türkiye’den ehliyetli 3-4 öğretmen göndermek, okullar için gerekli kitap ve araç-gereç temini, tahsil ve tecrübe görmüş, millî karakteri sağlam birkaç yurttaşımızın buraya gelerek münasip surette Türklerin arasına karışmaları ve yavaş yavaş cemaat işlerinin başına geçmeleri, bundan sonra Türkiye’ye gelecek Onikiadalı Türk çocuklarının hiç olmazsa bir süre için geriye dönerek mesleklerini ifa etmelerinin mecburî kılınması, Onikiada Türklerinin Türkiye’ye göç etmelerine ve tâbiiyyet değiştirmelerine kesinlikle izin verilmemesi ancak ziyaret, tedavi, iş maksatlarıyla mümkün olduğu kadar sık Türkiye’ye gidip gelmelerinin sağlanması, Türkiye ile Onikiada arasındaki ticari ilişkilerde dikkat çekmeyecek şekilde Onikiadalı Türk tacirlerin korunması, Onikiada’da açlık tehlikesi başgösterdiği takdirde, Türkleri açlıktan kurtarmak için gerekli yardımların yapılması, ihtiyarlık, hastalık gibi sebeplerle hiçbir fayda sağlamayan hatta cemaate yük teşkil eden kişilerin Türkiye’ye gelmelerine izin verilmesi.

Hasan Saka raporunu şu cümlelerle bitirir:

“Eğer devletimizin siyaseti icabı Onikiada’daki Türklerin yerlerinde kalmaları matlup [istenilen şey] ve mültezem [gerekli] değilse, bu Türklerin maddî ve manevî sefalet içinde tamamen kaybolmamalarının tek çaresi bunların imkânların müsaade ettiği en uygun şartlarla tedricen [yavaş yavaş] yurdumuza göçmeleridir.”

tercumangazete.com @ 27.03.2005